Paracelsus
(Phillipus Theophratus Bombastus von Hohenheim).
İsveç/Alman doktor ve kimyacı.
16. yüzyılın önemli bilim adamlarından ve modern tıbbın kurucularından
biri olduğu kabul edilir.
Paracelsus
Vitam cum morte mutavit.
Ölümle hayatı takas etti.
(Mezartaşı yazısı)
--------------------------------------------------------------------------------
1493 yılında Zürich yakınlarında doğdu.
Doktor olan babasından ilk temel bilgileri aldıktan sonra üniversiteye
gitmiş ancak burada edinmiş olduğu bilgiler kendisini tatmin etmediği
için çeşitli bilim merkezlerine yolculuklar yaptı.
Paracelsus, Günün tedavi şekline, otoritelerin tıbbi kuramlarına karşı
çıkmış ve bunun sonucunda, biraz da çılgın tavırlarıyla, bir tür sembole
dönüşmüştür. Çılgınlıkları o zamanki geleneksel tıbbın eskidiği ve
artık yenilenmesi gerektiği şeklindeki tepkisinin bir göstergesidir.
Akademik olan herşeye meydan okumuştur. Zamanında uygulanan tıp
uygulamasına hayatı boyunca karşı çıkmış ve mücadele vermiştir. Aklı
sürekli çalışan, kuramlar üreten biridir.
Onun, geçmişle olan savaşının en somut şekli, öğrencilerin yaktığı
geleneksel ateşte herkesi gözü önünde İbn-i Sina, Hipokrates ve Galen
gibi otoritelerin eserlerini yakmasıdır. Böylece, Ortaçağ’da dogmatik
hale gelen Galen, İbn-i Sina gibi, yeni gelişmelerin önündeki engeller
olarak gördüğü hekimlerin kimliklerinde, eski tıbba son verdiğini
sembolize ediyordu.
Bu hareketiyle büyük bir tepkinin doğmasına sebep olan Paracelsus, hemen
hiçbir yerde fazla kalamayıp, kent kent dolaşmıştır. Paracelsus, tıp
eğitiminde geleneksel olarak kullanılan Latince yerine derslerini
Almanca vermiştir.
1541’de 48 yaşında Salzburg’da ölmüştür.
Temel Tezi: İatrokimya
Paracelsus, varlıkların hepsinin ortak bir temeli olduğunu ileri sürdü;
bu temel, daha önce ileri sürülen 4 elementin yanı sıra, onun materia
prima (ilk maddeler) adını verdiği tuz, civa ve kükürtten oluşuyordu.
Bunlardan civa ve kükürt, İslâm Dünyası'nda, transformasyon Teorisi
kapsamı içinde, temel iki element olarak sunulmuştu. Bu yedi temel
element, canlı veya cansız bütün varlığın temel maddesini oluşturuyordu.
Öyleyse aslında canlılar ve cansızlar özde farklılık göstermezler;
temel yapı olarak aynıdırlar. Demek ki, onların işlevleri arasında da
benzerlikler olmalıdır.
Bu ilkeden hareket eden Paracelsus, kimyada kabul edilmiş yasa ve
ilkelerin, aslında canlılar için de geçerli olduğunu savundu. Bir canlı,
belli bir kimyasal yapıya sahipse, buna bağlı olarak o yapıda oluşacak
bozukluklar, doğal ki kimyasal kökenli olacak ve kimyasal ilkelerin
açıklama modelleriyle anlaşılabileceklerdir; bu durumda yapının
düzeltilebilmesi de, ancak kimyasal maddelerle olanaklı olacaktır: Bu
anlayışa İatrokimya denmiştir.
Bu kurama dayanarak, Paracelsus, vücut işlevlerinin, örneğin midenin
işleyişinin kimyasal bir süreç oluşturduğunu ileri sürer. Mide sindirim
görevini besin maddelerini ısıtıp, ıslatarak veya onları bazı
hareketlerle parçalayarak değil; midenin salgıladığı bazı sıvılar
vasıtasıyla onu kimyasal bazı değişimlere tabi tutar. Bu yaklaşımı temel
alan sonraki yüzyıllarda, bazı bilim adamları, araştırmalarını salgı
bezleri üzerinde yoğunlaştırmışlardır.
___________________________
Paracelsus modern tıbbın yanında, modern farmakolojinin (İlaçbilimi) de
kurucusu olarak nitelendirilebilir. Pek çok kimyasal madde üzerinde
araştırmalar yapmış ve antimonu bulmuştur ki, daha sonra 17. ve 18.
yüzyıllarda antimon, iatrokimya görüşlerini destekleyenler tarafından
sıkça ilaç olarak ya da ilaç karışımları içinde kullanılmıştır; bu tip
ilaçlara arkana tipi ilaçlar denir. Paracelsus'un bazı terimleri
Arapça'dan aldığı söylenir, alkol terimi de, örnek gösterilir.
Paracelsus sonraki dönemlerde birçok bilim adamını etkilemiştir.
Bunlardan van Helmont özellikle sindirim ve solunum sistemlerini
incelemiştir. Silvester gazı dediği karbondioksit gazını van Helmont'un
bulduğunu biliyoruz.
--------------------------------------------------------------------------------
Galileo'nun Öncülü:
İatrokimya görüşünün yanında, yine 16. yüzyılda fizik bilimini ve fizik
ilkelerini canlı yapının açıklamasında temel alan görüşler gelişmiştir
ki, bu görüşlerin temsilcileri arasında Galilei, Descartes ve Steno
sayılabilir. Bunların görüşleri de İatrofizik olarak adlandırılmıştır.
Bu okulun temsilcilerinin daha çok tekniğin gelişmesinde etkin olduğu
görülmektedir. Örneğin Galileo ve bir grup arkadaşı Academia del
Cimento'yu kurmuşlardır; onların çalışmaları sayesinde mercek üzerinde
yapılan çalışmalar daha sonraki yıllarda gelişmiş ve mikroskop ve
teleskop bilimsel araştırmalar yaparken kullanılmaya başlanmıştır.
--------------------------------------------------------------------------------
Deneysel Yöntemin Kabulü:
İatrokimya ve İatrofizik görüşleri, daha sonra mekanik okulu oluşturacak
şekilde birleşmiştir; mekanik okul, canlı ve cansız bütün varlıkların
yapı ve işlevlerinin birbirine benzediğini ve dolayısıyla fizik ve kimya
olaylarının açıklanmasında kullanılan prensiplerin biyolojide de
geçerli olduğunu kabul etmiştir.
Bu görüşten hareket eden bilim adamları, canlı varlıkların da cansız
nesneler gibi, laboratuvarda incelenebileceği fikrini savunmaya
başlamalarıyla biyolojide deneysel yöntemin yaygın olarak kullanılması
söz konusu olmuştur.
--------------------------------------------------------------------------------
Osmanlı Tıbbına Etkileri
Bursalı Ali Müngi’nin iatrokimya cereyanını tanıtan eserleri ve
çevirilerinin yanı sıra, Cerrahname adlı bir eseri vardır. Onda
iatrokimya cereyanının yoğun etkisi görülür. Özellikle bu cereyanın
kurucusu olarak kabul edilen, Paracelsus’un etkisi kendisini
hissettirir.
--------------------------------------------------------------------------------
Paracelsus’un cerrahi ile ilgili görüşlerine ile Ali Müngi’nin bu
konudaki görüşleriyle benzerliklere dair.
Paracelsus, cerrahiden çok, medikal tedavi ile ilgilenmiştir, ancak yine
de bir hekim olarak, onun cerahi konusunda düşünceleri nelerdir?
Paracelsus’a göre, dahili tıp ve cerahi sadece bilim değil, fesefeye de
dayanmalıdır, ve bir doktor sadece tıp doktoru değil, aynı zamanda hem
cerrah hem hekim olmalıdır. Tıp sadece günlük değişme ve gelişmelerden
ibaret değildir; hekim bütün hastalıkları, yaraları ve nasıl tedavi
edebileceğini bilmek zorundadır. Hekim gözlerini ve kulaklarını
kullanmak zorundadır; soru sormaktan utanmamalıdır. Her şeyi Galen ve
Hippokrates’in kitaplarında bulamazsınız.
Aynı şekilde, Paracelsus, yeni cerrahi ile ilgili olarak şöyle
demektedir: Cerrahi insanın kemiklerini ve diğer yapısını bilmek
zorundadır; aksi taktirde nasıl teşhis koyabilirsiniz? Sadece dış yapıyı
bilmeniz yetmez, aynı zamanda iç yapıyı da bilmek zorundasınız, bütün
ven ve arterleri, sinirleri, kemikleri, onların şekil ve uzunluklarını,
yerlerini bilmek zorundasınız.
Aynı şekilde, İbn-i Sinâ gibi, Paracelsus da cerrahi müdahale için
anatomi bilmek gerektiğini ileri sürer. Ona göre, cerrah, bir berberin
ya da bir kasabın tendonları ya da lifleri ayırmasından daha çok şey
bilmek zorundadır. Hatta cerrahın ne gibi bir bilgi sahibi olması
gerektiğini bir örnekle şöyle belirtmektedir. Cerrah hastanın mizacını
bilmek zorundadır aksi taktirde yanlış bir ilaç verir, ve hastayı harap
eder, o kesilmiş bir bacak yerine yeni bir bacak koyamaz. Ben Veriul’da
bir berber-cerrah gördüm. O kesilmiş bir kulağı bir nevi yapıştırıcı ile
yerine yapıştırmaya çalışıyordu. Bu yapılan hareket mucize olarak
nitelendirildi; sevinç çığlıkları atıldı; ancak, kulak ertesi günü
düştü. Aynı şekilde bacak da yapıştırıldığında o da düşecektir.
Burada Paracelsus, devrindeki organ reparasyon ameliyatları konusundaki
çalışmalara karşı çıkmaktadır. Bu tip çalışmalar Ambroise Pare dahil
birçok cerrahın ilgisini çekmiştir.
Paracelsus’a göre, bir cerrah bütün bitkileri tanımak, bilmek
zorundadır; onları nasıl kullanacağını, onların çok hızla mı yoksa yavaş
mı etki ettiğini bilmek zorundadır. Ayrıca, onların etkilerinin
bilinmesi gerekir, etkilerinin kaslar mı, kemikler mi yoksa damarlar
üzerinde mi olduğunun cerrah tarafından bilinmesi lazımdır. Örneğin
balsamın kırık için mi, yoksa yaralarda mı etkin olduğunun bilinmesi
gerekir. Buna ilave olarak, yaranın açık ve korumasız olmasına göre,
uygun bir pansumanla, yarayı temizleyip, onu dış etkilerden korumalıdır.
Mümkün olduğu kadar doğanın tedavi gücünün yarayı iyileştirmesine
yardımcı olmalıdır. Bu da herşeyden önce iyi beslenme ile mümkün olur.
Bursalı Ali Efendi’nin Cerrahname adlı eserinde cerrahiyi nasıl
tanımladığına bakalım: ‘fennü cerahat sanattır; onda vücutta arız olan
çeşitli durumlar ele alınır; vücudun alışık olduğu hale iade edilmesi
için yapılan işlemlerdir. Örneğin oluşmuş şişlerin tedavisi gibi:
Cerrahi’yi bu şekilde belirleyen Ali Münşi de, Paracelsus ve İbn-i Sinâ
gibi bu sanatı icra edebilmek için anatomi bilmenin önemini
vurgulamaktadır. Ayrıca, yine Paracelsus gibi, onun da cerrahinin
felsefi yanı olduğunu vurguladığını görmekteyiz.
Cerrahnâme, incelendiğinde, genellikle, tedavinin, Paracelsus’un önermiş
olduğu gibi, daha çok medikal olarak yürütüldüğü belirlenmektedir. Bu
bilgilerden de anlaşılacağı gibi, Cerrahname tipik bir cerrahi kitabı
değildir. Muhtemelen yazarımız Ali Münşi, Paracelsus ve ondan bir süre
sonra yaşamış olan Hildanus’un (1560-1624) etkisiyle böyle bir eser
kaleme almış olmalıdır. Cerrahname’de Hildanus’un adına, Galen ve İbn-i
Sîna’nın yanı sıra sık sık rastlanmaktadır. Hildanus devrinde Almanya’da
cerrahinin kurucusu olarak kabul edilmiş bir bilim adamıdır. Onun
Observationes Medico-Chirurgicae (Basel 1606) adlı eserindeki kangren
olaylarındaki amputasyon ve özellikle de kalça amputasyonundaki bağlama
tekniği ile ilgili açıklamalarıyla dikkati çekmiştir. Bilindiği gibi o
devir, cerrahinin henüz bilim olma yolunda önemli adımlar atmakta olduğu
bir zaman kesitini oluşturmakta idi.
Ancak hekimimiz Bursalı Ali üzerinde bu iki bilim adamından
Paracelsus’un etkisinin daha baskın olduğu, Cerrahname ve onun diğer
eserlerinden anlaşılmaktadır. Cerrahname, adlı eserinde Bursalı Ali
Münşi’nin cerrahi vakalarda çok ilaçla tedaviyi tercih etmesi de bunun
delili olarak kabul edilebilir. Ayrıca, etkilendiği bilim adamlarında da
görüldüğü gibi, Ali Münşi’de de, Galen ve diğer klasik tıp yazarlarının
etkisinin devam etmekte olduğu da aşikardır.