Toplumbilim,
ruhbilim ve müzikbilim alanlarında çalışmış, Frankfurt Okulu'nun
"eleştirel kuramı”nın felsefi mimarlarından olan Alman düşünür Adorno,
11 Eylül 1903 yılında Almanya’da doğdu. Sonraları tüm felsefece
görüşlerine damgasını vuracak olan Kant'ın “Arı Usun Eleştirisi” adlı
kitabını toplum eleştirmeni ve sinema kuramcısı Siegfried Kracauer'le
birlikte I. Dünya Savaşı'nın bitmesine yakın her cumartesi öğleden
sonraları okumaya başladı. Kracauer'in rehberliği Adorno'ya, bu kitabın
yalnızca bir bilgikuramı kitabı olmadığını, aynı zamanda tinin tarihsel
konumunun da okunabileceği kodlanmış bir metin olduğunu düşündürttü.
Annesinin ve kız kardeşinin etkileriyle müziğe karşı beslediği ilgiyi
beste yapmaya dek vardıran düşünür, II. Dünya Savaşı yıllarını ise
California'da sürgünde geçirdi.
Adorno, 1924'te Johann Wolfgang Goethe Üniversitesi'nde Edmund Husserl
üzerine yazdığı tezi tamamlayarak felsefe doktoru derecesini aldı. Bir
yıl sonra Alban Berg ile kompozisyon çalışmak ve Arnold Schoenberg
etrafında toplanmış müzisyenlere, bestecilere katılmak için Viyana'ya
gitti. Viyana gezisinin Adorno üzerindeki etkisi çok kalıcı oldu; "yeni
müziğin" hem önde gelen bir savunucusu oldu, hem de felsefece biçemi
Schoenberg ile Berg'in "atonal" kompozisyon tekniklerinin izlerini hep
taşıyacak hale geldi.
Frankfurt'taki çalışmalarına dönen Adarno, Kierkegaard: Konstruktion des
Asthelischen (Kierkegaard: Estetik Olanın Kuruluşu, 1933) adlı
kitabıyla doçentlik sınavını verdi. Bu güç kitapta üç konu daha bir öne
çıkmaktadır: 1) Kierkegaard'da, öznellik kavramında olduğu gibi,
varoluşsal öğeleri soyut kategorilere dönüştürmek yoluyla varoluşçuluğun
somutlaşma arzusunun açığa çıkarılarak eleştirilmesi; 2) şeyleşmiş
toplumsal dünyanın yani kişilerin üzerinde baskı kuran öznelliğin
savlarına kayıtsız kalan kurumlar dünyasının bir okuması; 3)
tanrıbilimsel düşüncelerin tarihsel ve maddi somutlaştırılmasının
sağlanması girişimi.
Adorno, Hitler Almanyası'ndan 1934'te kaçarak Oxford'a Merton College'a
geldi. Burada geçirdiği üç buçuk yıl içinde o zamanlar arkadaşı Max
Horkheimer'in yönetimindeki Institut für Sozialforschung'un (Toplumsal
Araştırmalar Enstitüsü) dergisine makaleler yazdı; daha sonra 1956'da
yayımlanacak Husserl üzerine bir kitap hazırladı. II. Dünya Savaşı
yıllarını ABD'de geçiren düşünür bu sıralarda Horkheimer ile ortaklaşa
Dialektik der Aufklarung (Aydınlanmanın Diyalektiği, 1947) adlı kitabı
yazdı.
Savaş sona erince Enstitü'yü yeniden kurmak için Frankfurt'a dönen
Adorno izleyen yirmi yıl içinde müzik, edebiyat eleştirisi, toplumsal
kuram ve felsefe üzerine çığır açıcı pek çok kitap ve makale yazdı.
Örneğin, 1957 tarihli "Sociology and Empirical Research" (Toplumbilim ve
Deneysel Araştırma) adlı makalesi artık, 1960'larda Almanya'yı kasıp
kavuran "olguculuk tartışması"nın başlatıcısı sayılmaktadır. Adorno'nun
iki önemli felsefe kitabı da bu dönemde yazılmıştır: Negative Dialektik
(Olumsuzlayıcı Diyalektik, 1966) ile Asthetische Theorie (Estetik Kuram,
1970).
Adorno'nun felsefesi, içinde yaşadığı toplumsal dünya anlayışına
gösterdiği bir tepki olarak okunabilir. O, ileri Batı toplumlarının
Marx'ın çözümlediği kapitalist üretim ilişkileriyle kurulmuş olduğundan
asla kuşku duymamış, özellikle de Marx'ın meta fetişizmi ile kullanım
değerinin değişim değerince baskı altına alındığı konusundaki
görüşlerine tümüyle katılmıştır. Adorno, ayrıca iktisadı biçimlendiren
düzeneklerin aynısının sonuçta kültürel etkinlikleri de belirdiği
düşüncesini de benimsedi. Sermayenin, iktisadı ussallaştırmasının doğal
sonucu tahakküm ve yoksulluk (kabaca söylenirse "adaletsizlik") olurken,
kültürün ussallaştırılmasının sonucu yabancılaşma ve anlamsızlık
(kabaca söylenirse "yoksayıcılık") olmaktadır.
Avrupa'da faşizmin yükselmesinin ve işçi hareketlerinin çözülmesinin
ardında yatan -ve daha sonraları Yahudi Soykırımı ile doruğuna ulaşan-
nedenlere karşılık Adorno, modern dünyanın toplumsal ve iktisadi
örgüsüne sinmiş gerçekten kayda değer ilerici eğilimlerin varlığından
kuşku duymaya başladı. Hatta modern toplumların ussallaştırılması
tasarısının tamamlanmış olmaktan uzak olduğuna ve dolayısıyla içgüdüsel
olarak ilerici toplumsal oluşumların gelişmeci kesimleri de içinde olmak
Üzere Marx'ın tarih kuramının da egemen kapitalist üretimininkine
benzer ussallaştırma yapıları talep ettiğine inanmaya başladı. Adorno'ya
göre modernliğin en köklü ikilemlerinin kökeninde usun ve
ussallaştırmanın bu yapıları varsa, modernliğin bunalımı temelde "usun
bunalımı" demektir. Her şeyden önce gerekli olan da usun eleştirilerek
tedavi edilmesidir.
Adorno'nun modern usun bunalımının merkezinde yöntemin, çözümlemenin,
sınıflandırmanın, evrenselliğin ve mantıksal dizgeliliğin her şeyden
önce geldiği modern bilimsel usçuluğun olduğuna inancı tamdır. Adorno,
nesnelerden kökten bir biçimde bağımsız tanımlanan usun dağıldığını,
bozulduğunu ileri sürer.
“Aydınlanmanın Diyaletkiği”nde Adorno, ussallığın soy kütüğünü çıkarmayı
amaçlar. Aydınlanma, insanın korkularının ve umutlarının bulaştığı
doğal dünyaya, söylenlere karşıdır. Usun söylenden üstünlüğü varsayımı,
böylelikle, usun insanbiçimci yansıtımlarından kurtuluşu haline gelir.
Us dünyayı öznel izdüşümlerden çok nesnel bir biçimde resmeder. Adorno,
bu abartılı us tablosunu hem biçim hem de içerik bakımından çelişkili
bulur. Ona göre söylen de us da insanlığın kendisini söylensel güçlerden
kurtararak gereksinimlerini karşılamak ve tutkularını doyurmak için
doğal dünya üzerinde denetim kurma savaşımı sonucu ortaya çıkmıştır.
Demek ki, aydınlanmış usun özerkliği varsayımı için gerekli biçimsel
nitelikler, gerçekte insanın doğayla savaşımı içinde insanın soy kütüğü
üzerinde temellenmektedir. Aydınlanmış us nesnel değildir; doğayı
denetim altında tutmak isteyen insanın tutkularının hizmetindedir.
Böylesi bir us insanın ayakta kalma güdüsünün somutlaşmasıyla,
dolayısıyla ancak kendisi bir araç oldukça anlam kazanır.
Adorno'nun felsefece duruşu ya da etkinliği, kendisini açıkça sanatsal
modernliğin eylemlerine ve yazgısına bağlar; bu nedenle de iç tutarlığı
eksiksizdir. Adorno, felsefenin foyasını ortaya çıkarmak ister; usçuluğu
ve anlama yetisini, bunların "özdeşi olmayan ötekisiyle" temellendirmek
ister.
6 Ağustos 1969’da ölen Adorno'nun diğer önemli yapıtları arasında Arnold
Schoenberg'in atonal müziğini müzikal modernizmin en üst noktası olarak
savunduğu Philosophie der neuen Musik (Yeni Müziğin Felsefesi, 1949);
somut, bireysel deneyimin modern, burjuva toplumundaki yok oluşuna
ilişkin düşüncelerini yansıtan yüz elli üç çarpıcı aforizmadan oluşan
MinimaMoralia (1951); Husserl'e ilişkin, görüngübilimin kaçınılmaz
soyutluğu ya da aradığı somutluğu yitirmeye yazgılı oluşu üzerinde duran
ve "yoğun" bir okuma sonucu ortaya çıkan Zur Metakritik der
Erkennistheorie. Studien über Husserl und die phanomenologischen
Antonomien (Bilgikuramının Üsteleştirisi: Husserl ile Görüngübilimsel
Çatışkılar Üstüne incelemeler, 1956); Hegel üzerine denemelerden oluşan
Drei Studien zu Hegel (Hegel Üstüne Üç Çalışma, 1963) ile Heidegger'in
varoluşçuluğunu soyut ve tarihdışı olarak yorumladığı Jargon der
Eigentlichkeit (Sahicilik Jargonu, 1964) sayılabilir.