Doğum Tarihi : 1956 / Antakya
FİLMLERİ
Vagon - 1992
Şelale - 2001
Semir Aslanyürek, filmindeki gibi ağır bedeller ödemeden de 'duvarların
yıkılabileceğini' söylüyor.
Semir Aslanyürek doğduğu Antakya'dan Şam'a gidip tıp ve güzel sanatlar
eğitimi aldı. Oradan Sovyetler Birliği'ne geçip yedi yıl sinema okudu.
Türkiye'ye dönüp, gençliğinden beri peşinden koştuğu düşü, 'Şellale'
filmini sonunda tamamladı.
Yüksek kayalardan köpürerek yuvarlanıyor sular. Havada döne döne küçük
bir gölete dökülüyor. Şelalenin dibinde, suyun kayalara çarpıp dağıldığı
küçük göletin etrafında toplanmış kadınlar. Bağıra çağıra bir gece önce
gördükleri rüyalarını anlatıyorlar. Çünkü eski bir inanışa göre
'rüyalar akan suya anlatılır ve yorumu Yusuf peygambere mahsustur.' Bu
yüzden Antakya yöresinde rüyalar şelaleye anlatılır ve buralarda
şelaleye 'şellale' denir. Şelalenin dibindeki göletin kenarında bir
kayaya oturan kadın hışımla göğsünü açıp dövünüyor, saçını başını
yolarak öfkeyle anlatıyor rüyasını. Bir başka kadın bir öncekinin
tersine sakin ama çok üzgün rüyasını anlatırken. Yeni gelen bir kadın
gülümseyerek bakıyor şelaleye. Bir başkası yüzündeki acının çizgileriyle
başlıyor rüyasını anlatmaya. Ama hiçbirinin sesi duyulmuyor şelalenin
gürültüsünden. Bir kadının rüyası bittiğinde şelalenin köpüren suları
ekranı kaplıyor. Görüntü donup kalıyor. Antakya'dan başlayan öykü montaj
masasının başından kalktı Semir Aslanyürek. Ardındaki ekranda
bıraktığı, yıllardır peşinden koştuğu düşü 'Şellale' filminin artık
montaj aşamasına gelmiş görüntüleriydi.
Aslanyürek'in yaşam öyküsü 1956 yılında Antakya'da başlıyor. Dokuz
yaşından itibaren taş yontuyor Antakya'ya bağlı Harbiye'deki
'Şellale'nin dibinde. Zaten buralarda her üç kişiden en az biri heykel
yapar. Bütün Akdeniz kıyısına buradan gider taş heykeller. Üniversite
çağına gelince Ankara'ya gidip Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'ne kayıt
yaptırıyor. Ancak o yıllardaki siyasal kamplaşmanın getirdiği şiddetten
nasibini alıp kötü bir dayak yiyince Antakya'ya geri dönüyor.
Antakya'da bir arkadaşı dil öğrenmek için Suriye'ye gitmek ister.
Aslanyürek de ona yardımcı olacaktır. Birlikte Ankara'ya Suriye
Büyükelçiliği'ne giderler. Elçilik görevlileri nasıl gideceğini, ne
yapacağını anlatırlar arkadaşına. Bir yanlış anlama sonucu Aslanyürek'in
de gitmek istediğini sanarak formalite gereği bir sınava gireceğini
anlatırlar. O da "Niye olmasın" diyerek Suriye'ye gitmeye karar verir.
"Suriye'ye gitme fikri orada çıktı. Tamamen bir tesadüf. Aslında ben
tesadüflere inanmıyorum. En basit rastlantılar bile insan aklının
ermeyeceği kadar karmaşık ve önemli." Arkadaşıyla birlikte Şam'a gider
Aslanyürek. Kaydını tıp fakültesine yaptırır. Artık Şam'da maceralı
günler başlamıştır. Üç yıl tıp eğitimi görür. Ancak doktorluk ona göre
değildir. Hocaları "Ne sen uğraş, ne de bizi uğraştır" der. Bunun
üzerine güzel sanatların heykel bölümüne geçer. Dokuz yaşından beri
yaptığı gibi taş yontmaya başlar yeniden. Birgün arkadaşıyla Türkçe
konuşarak giderken yanlarına biri yaklaşıp Azeri Türkçesiyle konuşmaya
başlar. Bu kişi Şam'daki Sovyet Kültür Merkezi'nin Azeri müdürüdür.
Sovyet Kültür Merkezi'ne gidip gelmeye
başlar.
"9 Mayıs Sovyetler'in Zafer Bayramı'dır. İkinci Dünya Savaşı'nda
Almanya'nın kesin yenilgiye uğratılıp teslim olduğu gün. Her yıl 9
Mayıs'ta bir resepsiyon verilir. Ben de davetliydim. O yıllarda
öğrenciyim, ailem para gönderiyor. Bir çelenk yaptırmak istedim bayram
için. Param çıkışmadı. Bunun üzerine bir yontu hediye etmeye karar
verdim. Onu yaptım. Resepsiyona gittiğimde
de yontuyu hediye ettim. Sanıyorum iki hafta sonra Leningrad Güzel
Sanatlar Akademisi'nden bir heykeltıraşla bir gazeteci gelmişti.Tanışıp
konuştuk biraz." Sovyetler Birliği'nden gelenler yontuyu çok beğenmişti.
Heykeltıraş olanı "Sana burs verelim, gel akademinin heykel bölümünde
yedi yıl oku" der. Ama Aslanyürek sinema okumak istiyordur. Bunu söyler
Türkçe. Ancak kültür merkezinin Azeri müdürü bu söylediklerini tercüme
etmez. "Sen" der "Önce bir git oraya. Birkaç ay sonra bölümünü
değiştirirsin. Önce bir hak kazan." Aslanyürek kabul eder, Şam'dan
Sovyetler Birliği'ne geçer. Şam'dayken öğrenci pasaportuyla yılda üç kez
Türkiye'ye gelmektedir. Ama
Sovyetler'e geçmesiyle, artık yedi yıl süreyle Türkiye'yi
göremeyeceği günler başlamıştır. Kiev'de öğrencidir Aslanyürek.
Planladığı gibi heykel bölümünü bırakır, sinema okumaya başlar. Bir sene
sonra'da daha iyi bir sinema
okuluna gitmek için Moskova'ya geçer. SSCB Devlet Sinema
Enstitüsü'nün sınavlarına katılır. "Moskova'daki okul çok önemliydi.
Devlet bütün ihtiyaçlarımı karşılıyordu. Öğrenci yurdunda kalıyordum.
Burs veriyorlardı. İki senede bir elbise, ayakkabı, palto gibi giyecek
ihtiyaçlarımı karşılıyorlardı. Rusça da öğrenmiştim. Çok iyi hocalar ve
güzel yöntemleri vardı. Dil öğrenirken ilk 15 günde kümesini kaybetmiş
tavuk gibi oluyorsunuz ama 15 gün sonra konuşmaya başlıyorsunuz. Ne
konuştuğunuzu bilmiyorsunuz ama insanlarla anlaşıyorsunuz."
Dört dörtlük sinema eğitimi yoğun bir sinema eğitimine başlar
Moskova'da.Aslanyürek'e göre oradaki eğitim öyle yoğundur ki Moskova'da
bir yıl sinema eğitimi alan bir öğrenci, Türkiye'de dört yıl sinema
eğitimi alan öğrenciden daha fazla şey öğrenir. Okul 1918'lerde, daha
sinemanın ne olduğunun, bir sanat olup olmadığının tartışıldığı
yıllarda kurulmuştur. Haftanın hemen her günü sabah dokuzdan gece
yarılarına kadar eğitim sürer. Bir yandan teorik ders, diğer yandan
yoğun bir pratik yaparlar. 1984 yılına gelindiğinde, Aslanyürek beşinci
sınıftadır. Artık diploma projesine başlama zamanı gelmiştir. Elinde
yazdığı bir senaryo vardır: 'Şellale'. Çocukluğunun Antakya'sını anlatan
bu filmi
çekecektir. Filmini çekeceği şelaleyi bulmak için Azerbaycan'a gider.
Ama yaşadıkları, bir film nasıl yapılırdan çok, bir film nasıl
yapılmazın öyküsüdür."Başımıza gelmeyen kalmadı orada. Sanırım o zamanki
Sovyetler Birliği'nin yapısının çok büyük etkisi vardı
yaşadıklarımızda. Bir de SSCB'de Azerbaycan'ın çok özel bir durumu
vardı. Benim gittiğim, gördüğüm Azerbaycan'da çalışan kimse yoktu. Belki
bana öyle geldi.Ama filmi yapmak için çok kaldım orada, dört ay
debelendik. İlk gittiğimde gerçekten çok iyi karşıladılar beni. Filmin
bütçesini de devlet vermiş. Mekân bulmamız için bakanlık arabası bile
verdiler.
Gösterilen ilgi inanılmazdı. Ama gittiğim ilk 1.5 ay hiçbir şey
yapamadım. Sadece evden eve, restorandan restorana dolaştırıldım.
Yemek, içmek, sarhoş olmak ve eğlenmek. Ancak 1.5 ay sonra kendime
gelebildim. Ben Hazar Denizi kenarında sızıyorum, ayıldığımda bakıyorum
ki başka bir yerde yemeğe oturmuş, içki içiyorum. Sonunda diploma
projesi olarak 'Şellale'yi çekemedim. Moskova'ya döndüm ve okuldaki
stüdyolarda başka bir film çektim." Moskova'da bir Suriyeli ile
evlenmiş, bir de çocuğu olmuştur. Okul bittiğinde Türkiye'ye dönmeye
karar verir. Çünkü o artık bir misyon adamıdır ve kendisine Sovyetler
Birliği'nden çok Türkiye'de ihtiyaç vardır. 1986'nın sonlarında
Türkiye'ye döner. "Hemen gözaltına alındım. İki ay kadar kaldım içeride.
Gözlerim bağlandı. Sorgulandım. Memleketin kaçta kaçını sattığımı
sordular.Koşullar çok kötüydü. Bazı şeyleri kanıtlayamayacağım için
söylemiyorum. Siz tahmin edersiniz artık. Sonra bıraktılar. Hakkımda
dava açıldı. 32 cinayet, beş altı tane kundaklama, altı yedi tane banka
soygunu falan. Hepsini ben yapmışım. Hem de bunları Sovyetler'deyken
yapmışım.
DGM'de yargılanırken iddianameyi okuyan savcı bile gülüyordu. Çünkü
cinayetler, kundaklamalar Maraş'tan tutun, Adana, Samandağı, Reyhanlı ve
Antakya'ya kadar neredeyse aynı gün, aynı saatte olanlar vardı.
Moskova'daki elçilikten de raporum geldi. Ne zaman nefes aldığımı bile
yazmışlardı. Böylece dava düştü."
Sırada askerliği vardır artık. Hemen askere götürülür. Üniversite
mezunu olmasına karşın 'sakıncalı piyade' olarak yaptırılır
askerliği. Terhisten sonra Antakya'ya döner ve çocukken yaptığı gibi taş
yontmaya başlar.
Ama bir yandan da aklı sinemadadır. Bu nedenle ilk uzun metrajlı filmini
çekmek için 1992 yılında yeniden gider Moskova'ya.Gösterilmeyen film
"Filmin adı 'Vagon'du. 1992'de çekimlere başladık, 1993'te bitirdik.
Kültür Bakanlığı'ndan filmin çekimi için para almıştım. Şimdi film
burada ama piyasaya hiç çıkarmadım. Tümüyle bir Rus filmi oldu.Yanlış
bir başlangıçtı benim için. Çünkü Türkiye'de öyle bir film gitmezdi. O
bende Rus sinemasının tamamen hâkim olduğu bir dönemde
çekilmişti. Daha burada gözümü açamamıştım. Film ekibinin,
oyuncularının tümü Rus'-tu. Bu yüzden Türkiye'deki piyasaya pek uygun
bir film olmadı."
Yeniden Türkiye'ye döner Aslanyürek ve Antakya'da taş yontmayı sürdürür.
Bu arada da öğretim üyesi olmak için çeşitli üniversitelere başvurur.
Sonunda Marmara Üniversitesi'nden olumlu yanıt gelir, Sinema-Televizyon
bölümünde öğretim görevlisi olur. Ama aklında hep 'Şellale'yi çekmek
vardır.
"Sonunda bu yıl biraz ödünç para, biraz sponsorlukla filme
başlayabildim. Neredeyse sıfır bütçeyle, hatta bütçe bile
yapmadık.Gönüllü, bu işe yüreğini koymuş bir kadro vardı."
'Şellale', 1950'li yıllarda geçen bir öykü. Aslanyürek de bu öykünün
tanıklarından. Film o yıllarda Demokrat Partili olan babası ile Halk
Partili olan amcasının birbirlerini görmemek için bitişik evlerinin
avlusuna duvar örmelerini, buna karşın duvarın üzerinden de sürekli
kavga etmelerini, ailenin ancak Aslanyürek'in kız kardeşinin bir kaza
sonucu yanarak ölmesiyle barışmasını anlatıyor. Aklı heykelde kaldı "Bu,
Türkiye'nin bir dönemi. Daha doğrusu Antakya'da bir zaman
diliminde geçen olayları. Ağır bedeller ödemeden de duvarların
yıkılabileceğini, kardeşin kardeşe sarılabileceğini anlatmak istedim.
Burada anlatılan bir aile trajedisi. Ama sanıyorum bu aynı zamanda bu
dünyanın da bir trajedisidir. Devletleri de kardeş sayarsak, devletler
de ağır bedeller ödemeden barışabilirler."
Aslanyürek Türkiye'de ilk filmini çekmiş ama aklı hâlâ heykelde. "Ben
heykelden birkaç film için bu yılları ödünç aldım" diyor "Ama şimdiden
23 senemi sinemaya vermiş oldum."
Aslanyürek'in heykelden aldığı izin kafasındaki üçlemeyi bitirene kadar
sürecek. Senaryosunu yazdığı 'Eve Giden Yol' filmi seferberlik yıllarını
anlatıyor 1911'den 1918'e kadar. Senaryosu biten bir diğer film projesi
de 'Karmaşa'. Antakya'nın Fransız işgalindeki yıllarını kapsıyor. Yani
1939'a kadar. Çekimini bitirdiği 'Şellale' de 1960'a kadar olan süreci
içeriyor.
Antakya'dan doğan 'Şellale', Suriye'ye geçip Şam üzerinden, Kiev'e,
oradan Moskova'ya gidiyor ve Sovyetler Birliği'nden Türkiye'ye dönüp
yine Antakya'dan denize varıyor; tıpkı Aslanyürek'in düşleri gibi.